KDV ile ilgili birçok sorun yaşanıyor
Vergi gelirleri içinde oldukça önemli olan KDV, 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu ile 1984 yılında hayatımıza girdi. KDV, %1, %8 ve %18 olmak üzere üç farklı oran ile tatbik ediliyor. Oranların belirlenmesinde eşya tanımlamaları esas alınıyor, ancak bu konudaki belirsizlikler kanunun uygulanmasında zaman zaman ciddi sıkıntı yaratıyor. Son dönemde bu tartışmaların önüne geçmek ve aynı eşyaya aynı KDV oranının yeknesak olarak uygulanmasını sağlamak amacıyla gümrük mevzuatında eşya tanımlamaları için Gümrük İstatistiki Tarife Pozisyonu (GTİP) uygulaması yaygınlaştırılıyor. Ancak son dönemde temizlik ürünlerine yapılan KDV oran değişikliğinde olduğu gibi, halen eskiden kalan uygulamalara rastlıyoruz ve bu durum da önemli bir sorun olarak karşımıza çıkıyor.
Kanun ayrıca birçok istisna ve muafiyeti de barındırıyor. Bu konu yaklaşık 40 senedir tatbik edilen bu vergiye yönelik en çok eleştiri alan noktalardan biri. Bu kadar fazla ve bir o kadar da karmaşık istisna ve muafiyet maddelerinin olması, söz konusu kanunun sağlıklı uygulanmasının da önüne geçiyor.
Son olarak, “devreden KDV” sorununu gündeme getirebiliriz. Konuyla ilgili tartışmalar, KDV’nin dolaylı vergi olarak yansıtılabilen bir vergi olması gerekliliğinden kaynaklanıyor. Ancak son dönemde yaşanan devreden KDV sorunu nedeniyle üretici açısından bu verginin bir maliyet olarak değerlendirilmeye başlandığını görüyoruz. Genel prensip gereği üretici yüklendiği KDV’yi bir sonraki üreticiye ve/veya tüketiciye yansıtmak suretiyle tahsil ediyor, böylelikle üretici üzerinde bir KDV yükü oluşmuyor. Ancak gerek ithalatlar gerek indirimli oran uygulamaları (ödenen KDV’nin hesaplanan KDV oranından daha yüksek olması), alacak KDV pozisyonunda artışa neden oluyor. Hatta bu uygulamalar, devreden KDV sorunu yaşayanlar açısından KDV'nin nihai tüketici üzerinde kalması ve dolayısıyla üreticiler üzerinde bir yük oluşturmaması prensibini olumsuz yönde etkiliyor. Bu da KDV mekanizmasının çalışma mantığı açısından uyumsuzluk yaratabiliyor.
Ne yapılmalı?
Vergi adaletinin tesis edilebilmesi için dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payının azaltılması gerekiyor. Dolaylı vergilerdeki bu payın artması, son tüketici üzerindeki vergi yükünde bir artışa neden oluyor. Çünkü temel vergi prensipleri arasında olan “dolaylı vergilerin yansıtılabilmesi” kuralı son tüketicide çalışmıyor ve bu vergi harcama üzerinden tahsil edildiği için gelir artışı olmadan daha fazla vergi öder hale geliniyor. Artan ve yaygınlaşan bu vergiler günün sonunda tüketici üzerinde kalıyor.
KDV uygulamasına yönelik eşya tanımlamalarının daha net yapılması büyük önem arz ediyor. Bu nedenle hem ithalat hem de dahili ürünlerin teslimlerinde ortaya çıkan KDV oranının yeknesak olarak aynı bakış açısıyla belirlenmesi gerekiyor. Bu noktada GTİP bir kriter teşkil edebilir.
Diğer taraftan, şirketler için finansmana erişim, son dönemde her zamankinden daha önemli hale geldi. Bu dönemde finansman maliyetlerindeki artış dikkate alındığında, KDV iade alacaklarının daha da önemli hale geldiği söylenebilir. Hem biriken ve devreden KDV alacaklarının, hem de KDV iade sürecinin hızlı ve etkin sonuçlanması, büyük bir önem kazanıyor.
*Sercan Bahadır'ın Nasıl Bir Ekonomi için hazırladığı yazıdan alınmıştır.
Makaledeki bilgi ve açıklamalardan dolayı EY ve/veya Kuzey YMM ve Bağımsız Denetim A.Ş.’ye sorumluluk iddiasında bulunulamaz. Mevzuatın sık değiştirilen ve farklı anlayışlarla yorumlanabilen yapısı nedeniyle, herhangi bir konuda uygulama yapılmadan önce konunun uzmanlarından profesyonel yardım alınmasını tavsiye ederiz.