Küresel salgının etkileri ekonomi üzerinde halen sürerken, buna ek olarak bölgesel çatışma ortamları da tedarik zincirindeki kırılmaları artırmaya devam ediyor. Bir taraftan dünya çapında üretim süreçlerinde azalma meydana gelirken, diğer taraftan üretimi sürekli olumsuz etkileyen sorunlar parasallaşma ile birleşince de enflasyon kaçınılmaz oluyor. Bu da yüksek maliyetler ile yaşamaya neden oluyor. Hem üretim daha maliyetli hale geliyor hem de tüketici daha pahalıya tüketiyor. Maalesef bu duruma bir de mevzuatsal belirsizlik ve idarenin uygulamaları da eklenince iş yapmak gerçekten kolay olamayabiliyor. Özellikle, karmaşık ve çok teknik olan ithalat vergilerine ilişkin uygulamalar, idari kararlar ile birlikte çok daha anlaşılır olurken, zaman zaman bu idari kararlardaki değişiklikler birçok kişiyi olumsuz da etkileyebiliyor.
Sorun nereden kaynaklanıyor?
İthalat vergileri; eşya üzerinden alınan bir vergi olduğu için eşyanın Gümrük Tarife İstatistik Pozisyonu (“GTİP”), gümrük kıymeti (aynı zaman da gümrük matrahı) ve menşe ülke bilgisinin biliniyor olması gerekiyor. Bu üç konu belirlenmeden, ithalat vergisinin tespit edilmesi ve ödemesinin yapılması söz konu olamıyor. Bunların tespitinin yapılması karmaşık olduğu gibi bir o kadar da zordur. Bu gibi durumlarda vergi alanında muktezaların yayımlanması; gümrük idarelerinde ise izahat veya bağlayıcı tarife bilgisi gibi uygulamaların yapılmasıyla çözümler bulunmaya çalışılıyor.
İdarenin bir yaklaşımının olması ve soruna idare tarafından çözüm bulunması, süreçlerin sağlıklı bir şekilde ilerlemesini mümkün kılıyor. Ancak, temel sorun idare tarafından kabul edilen ve yaygın olarak kullanılan bazı işlemlerin daha sonradan değişmesi ile ortaya çıkabiliyor. Tabii ki uygulamaya yönelik idarenin yaklaşımının zamanla değişebilmesi mümkünken, geçmiş uygulamaların sorgulanması konusu da asıl sorunların ortaya çıkmasına sebebiyet verebiliyor.
Hatırlarsınız, serbest bölgeden yapılan ithalatların peşin ödeme şeklinin tanımı değiştirilmişti. Normal şartlarda, serbest bölge Türkiye Gümrük Bölgesi’nin dışı sayılır ve bölgedeki yerleşik şirkete yapılan ödemeler, serbest dolaşıma giriş beyannamesinin tescil tarihinden önce yapıldığı takdirde bu ödemelerin peşin ödeme sayılmasıyla KKDF alınmazdı. Yapılan bir düzenlemeyle, grup şirketleri arasında yapılan ticarette bir ithalat işleminin peşin ödeme ile yapılabilmesi, yani KKDF’nin alınmaması için serbest bölgedeki yerleşik şirketin, yurt dışına yaptığı ödeme tarihinden önce serbest dolaşıma giriş beyannamesini açmış olması gerekir oldu. Birçok şirket bu şekilde yapılan dış ticaret işlemini yeniden gözden geçirip aksiyonlar almaya başladı. Ancak, ilgili düzenlemenin geriye dönük olarak bu şartı araması daha çok problemin meydana gelmesine sebep oldu. Mevcut mevzuat ışığında işlem yapan şirketlerin, bir anda KKDF ile ilgili eksik vergilerin tahsili amacıyla tebliğ edilen ek tahakkuk kararlarına ilişkin ek vergiyle ve buna bağlı olarak üç katı idari para cezalarıyla karşılaşıldı. Sonuç itibarıyla, idari bir karar ile geriye dönük olarak vergi sonucu doğuracak şekilde işlemler geriye yürür hale gelmektedir. Örnekleri daha da artırabiliriz.
Yargı ne diyor?
Öncelikli olarak kanunların geriye yürümezliği ilkesi; hukuki güvenliğin sağlanması açısından temel bir ilke olduğu gibi bu ilkenin yargı kararlarında da genel kabul gördüğü açıktır. Kanunların geriye yürümezliği ilkesine paralel olarak, idari işlemler de yürürlüğe girdikleri andan itibaren geleceğe hukuki etkilerini gösterir ve sonuç itibarıyla idari işlemlerin geriye yürümezliği ilkesi de yine yargı kararlarında kabul edilmiş bir idare hukuku ilkesi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Vergi Hukuku alanında ise, vergilerin geriye yürümezliği ve kıyas yasağı ilkeleri bu amaca hizmet etmektedir. İdari işlemlerin geriye yürümezliği ilkesi, özellikle kişilere mükellefiyet yükleyen düzenleyici işlemlerin yayımlandığı tarihten sonraki olaylar kapsamında hukuki sonuç doğuracağını gösterir. İdari işlemlerin geriye yürümezliği ilkesi sayesinde hukuki güvenlik ve belirlilik ilkesi garantiye alınır. İdarinin, tek taraflı irade beyanı ile yayımlamış olduğu tüzük, yönetmelik, genelge gibi düzenleyici işlemler açısından da idari işlemlerin geriye yürümezliği ilkesi önem taşımaktadır.
Vergi uygulamalarında olduğu gibi gümrük uygulamalarında da idarenin görüşlerini içeren yazılar ve muktezalar önemli yer tutuyor. İdareler zaman zaman bir konu hakkında kendi içinde çelişen görüşler verebiliyor veya görüş değişikliklerine gidebiliyor. Bu gibi uygulamalarda da yine yargı, idari işlemlerde geriye yürümezlik ilkesinin geçerli olması gerektiğine vurgu yapıyor.
Ne yapılmalı?
Gümrük uygulamaları sadece gümrükte iş yapanlar için zor olmuyor, aynı zamanda gümrük idaresi tarafında da benzer zorluklar baş gösterebiliyor. Gümrük idaresi açısından bu tarz olay ve konulara karar verilmesinin hiç de kolay olmadığı göz önüne alındığında, gümrük çalışanlarını da bu yönde anlamak önemli olacaktır. İdari karar verirken geçmişte bu işlemleri yapan idare ile aynı bilgi düzeyinde olduklarını anlamak gerekiyor. Bir yaklaşımın değişmesi söz konusu olduğunda değişikliğe ilişkin düzenlemenin gelecek işlemlere etkili olacak şekilde yapılması, hukukun temel ilkeleri ile daha uyumlu olacaktır.
Ayrıca, özelgelerin ve tasarruflu yazıların; hiyerarşide zayıf bir kaynak niteliğinde olması ve aslında kanun, yönetmelik ve tebliğ gibi hiyerarşik sıralama açısından öncesinde gelen normlara aykırı olmaması gerektiği; aynı zamanda özelgelerin ve tasarruflu yazıların hukuki mahiyeti açısından düzenleyici işlem niteliğine haiz olmadığının, geleceğe etkili düzenleyici işlemlerin yapılması sırasında göz önünde bulundurulması gerekiyor. Bu bağlamda da bir idari işlem niteliğindeki düzenlemenin geriye yürümezliği ilkesi kapsamında değerlendirilmesi oldukça önemli oluyor.